Açık Radyo'da Tiyatro: El Verí del Teatre

-
Aa
+
a
a
a

El Verí del Teatre

Yazan: Rodolf Sirera

İngilizceden çeviren ve radyoya uyarlayan: Yaman Ömer Erzurumlu

Yöneten: Yaman Ömer Erzurumlu

Müzik: Boris Kovac

Efekt tasarım ve ses kayıt: Deniz Koloğlu

Oynayanlar: 

Adam: Yiğit Sertdemir

Kadın: Aslı Can Kortan

 

 

 

 

Müzik.....

ERKEK: Hanımefendi benimle olan randevusunu unuttu herhalde... (kısa ara) Hanımefendi diyorum benimle olan randevusunu unuttu herhalde.

Düğmeye bas şekerim duymuyorum.

Efekt: düğme sesi

KADIN: Çok özür dilerim. Çok özür dilerim. Sanmıyorum efendim. Onun gibi bir hanımefendi randevusuna mutlaka gelecektir.

Efekt: düğme sesi

ERKEK: İyi de neredeyse bir saat oluyor. Hey Allahım, sanki görüşmeyi isteyen benim. Kendisi istedi... Geçen aksam oyun sonrası sekreteri telefonla beni aradı. Hanımefendi kendisi için çok önemli bir konuda sizinle görüşmeyi arzuluyor dedi. Fakat dedim, benim gibi her dakikası dolu bir oyuncunun zamanı çok değerlidir... Aman efendim! Ricalar, dil dökmeler... Anlatamam... Peki dedim sonunda. Perşembe akşamı oyunum yok, radyodayım görüşebiliriz... Nerede buluşalım diye sordum. Ben şimdi sanıyorum bir restoran, en azından ne bileyim güzel bir barda randevu verilecek... Siz rahatsız olmayın hanımefendi Perşembe radyoya gelecek dedi telefondaki sekreter... Radyoya dedi yahu... Yani her ne konuşulacaksa bir yemekte ya da ne bileyim iki kadeh bir şey içerken de konuşulabilir. Haftanın altı gecesi altıdan sonra tiyatroya kapandığım yetmiyormuş gibi... Bana baksana! Sen burada mı çalışıyorsun? Duymuyor musun beni şekerim? Bana bak, ben gidiyorum. Hanımefendi gelirse, artık uygun dille bir şeyler söylersin.

Efekt: düğme sesi

KADIN: Hanımefendi siz gelmeden önce cebinden arayıp, gecikeceğini söyledi. Kendilerini mutlaka beklemenizi istedi. Hanımefendinin sekreteri de siz gelmeden yarım saat önce bu yiyeceklerle şarabı getirdi.

ERKEK: Nerede şekerim.

KADIN: Hemen yanınızdaki kutuda.

Efekt: düğme sesi

Efekt: Kutu açılma ve açılan şişe tıpası ve bardak sesleri

ERKEK: Mmmmm… Çok ince bir... Perşembe gecesi beni kayıt odasına tıkmış olsa da... Benim bir şey istediğim yok. Hanımefendiye gıyabında çok teşekkür ederim. Düğmeye bas şekerim yahu.

Efekt: düğme sesi

KADIN: Pardon pardon. Ben sizin yerinizde olsam o kadar çabuk karar vermezdim beyefendi. Hem bana sorarsanız hanımefendi gelince şarabın açılmış ama içilmeden bırakılmış olduğunu görürse...

ERKEK: İyi, iyi... anlaşıldı. İçelim bakalım. Hmmm… Hava almış bu şişe sanki. Bak çok isterdim ama ben ararsam olmaz şimdi. Her işin bir usulü var. Sen benim adıma hanımefendiyi ara. Hatta radyonun sekreteri arıyor de. Bir sekreteri vardır herhalde bu radyonun. Teşekkürlerimi ilet ve ayrıldığımı söyle kendilerine. Nevaleleri değil de kendileri burada olsa çok daha iyi olurdu. Anladın mı?

KADIN:  Aynen söylerim.

ERKEK: Ha... Şu son söylediğim aramızda kalsın tabi. Nevale kısmı.

KADIN: Tabii beyefendi.

ERKEK: Sen de geldiğimden beri gözlerini bir saniye ayırmadın üzerimden. Bana bak beni burada tutasın diye para mı verdiler sana?

KADIN: Ah hayır beyefendi! Sadece... Birden fark ettim de... Sahnedeyken daha heybetli görünüyorsunuz.

ERKEK: Öyle mi? Nedeni çok basit canim. Sahnedeyken bizi sadece izin verdiğimiz açılardan görüyorsunuz.

KADIN: Sesiniz.

ERKEK: Daha bi sert, daha bi güçlü... Öyle değil mi? Nihaaaa! Hah! Aloraa!

KADIN: Yani, sahnedeyken ya da burada radyoda gerçek hayattaki gibi davranmıyorsunuz?

ERKEK: Tabi ki davranmıyorum. Olur mu öyle şey? Öyle yapsam ne kimse beni doğru dürüst duyabilir, ne de ben canlandırdığım karakterin duygularını sahneye yansıtabilirim.

KADIN: Lütfen merakımı affedin. Ben hem tiyatronun hem bu radyonun her şeyiyle son derece ilgiliyimdir aslında.

ERKEK: Al bakalım. Ne kadar güzel.

KADIN: Karakterin duyguları dediniz. Yani gerçekten onu mu kastettiniz yoksa yani belki de bazen kendi duygularınız-

ERKEK: Hayır efendim hayır... O sizlerin sahnede gördüğünüz, radyoda duyduğunuz canlandırılan karakterin bizzat kendi duyguları ama tabi bir yönden benim de sayılabilir.

KADIN: Benim aklıma takılır hep, mesela Shakespeare’in karakterlerinin duygularını nasıl hisseder ki bir insan? Öyle acayip acayip konuşurken.

ERKEK: Sen de birden filozof kesildin başımıza ha? Tabi bu konular senin sosyal çevrene biraz uzak aslında.

KADIN: Bunu söylediğim için çok özür dilerim ama bu sosyal ıvır zıvır bizlerin uydurması bence.

ERKEK: Ne yazık ki hak veremeyeceğim. Al iste, şu bizi bekleten “hanımefendi” mesela... Karının parası var mı? Var... Gerçek güç bal gibi elinde işte...

KADIN: Doğru. Ama insan fakirken birdenbire yırtıp zengin de olabilir. Bir bakmışsın bir gecede hooop üç-beş sınıf atlayıvermişsin. Hele bu zamanda.

ERKEK: Bana bak, sen şu köy enstitülerindensin diyeceğim ama onlar kapatıldığında ikimiz daha doğmamıştık bile! Hayatımda hiçbir... radyo görevlisinin böyle konuştuğunu duymamıştım. Ama yok hoşuma gitti... Bravo valla! Takdir ettim.

KADIN: Neden şaşırdığınızı gerçekten anlamadım beyefendi. Siz mesela bulunduğunuz yere kendi çabanızla gelmişsiniz ki bence- Beyefendi iyi misiniz?

ERKEK: Başım döndü sanki. Şaraptan herhalde. İçmeyecektim mereti... Hep aynı şey olur... Boş veeeer. Hayat oyununu iyi oynayanlar sahnede rol yapamaz. Sahnede devleşenler de hayat oyununun acemisidir aslında.

KADIN: Bu dediğinize katılamayacağım. Bakın mesela ben sizin için küçük bir oyun oynadım şimdi. Bir karakteri canlandırdım... ve siz, onca yıllık deneyiminize rağmen bunu fark edemediniz. Çünkü başından sonuna kadar gayet doğal, gerçek yaşamda olduğu gibi oynadım da ondan.

ERKEK: Ne demeye çalışıyorsun yahu?

KADIN: Hadi ama. Gerçekten mi anlamadınız? Ben sizin her hafta gelip kayıt yaptığınız radyonun hademesi değil, bir buçuk saattir beklediğiniz hanımefendinin ta kendisiyim.

ERKEK: Hadi oradan. Komik olma... Olmaz öyle şey...

KADIN: Neden olmasın? Şu beklediğiniz hanımefendiyi hayatınızda kaç defa gördünüz? Ya da şöyle sorayım. Beni hayatınızda kaç defa gördünüz? Bir, iki... En fazla üç. Kokteyllerde, galalarda falan. O da şöyle uzaktan... Bambaşka bir kostüm ve makyaj içinde... Simdiyse bambaşka bir ortamda, bambaşka bir saç sekli, sıradan bir elbise. İnanmıyorum. Bu kadarcığı yetti size. Göz göre göre görünüşün sizi aldatmasına izin verdiniz... Üzerimdeki hademe kostümü ya, ben de mutlaka hademe olmalıyım.

ERKEK: Kostüm, mostüm ne zırvalıyorsun sen öyle? Beni kafaya aldığını falan mı sanıyorsun. Anlaşıldı. Senin canin çok sıkılmış burada! Sizin gibileri iyi bilirim ben. Salaklık ben de. Kalkıp gitmek varken neden oturmuş seninle uğraşıyorum ki?

Efekt: kapı zorlama sesi

Bu kapı da…

KADIN: Dışarı açılan tek kapı

ERKEK: Kilitli. Anahtarını rica etsem. Çıkar beni buradan

KADIN: Bağırmayın ama. Canlı yayındayız. Sesiniz patlayacak.

ERKEK: Canlı yayında mıyız? Çıkar beni buradan. Bir teknisyen vardır buralarda herhalde.

Heeey! Teknisyen kardeşim! Bakar mısınız!

Müzik...

KADIN: Biliyor musun dediğin birşeyde kesinlikle hakliydin. Param var. Gerçek güç bal gibi elimde. Büyük oyuncu! Eğer ben gerçekten dediğim kimseysem, senin dışarıyla tek bağın da benim demektir.

ERKEK: Bak seni tehdit ettiğim anlamını çıkarma! Ama beni kendi arzum dışında burada tutuyorsun.

KADIN: Ne yazık şimdilik bunu ispatlayacak bir şahidin yok.

ERKEK: Deli misin bütün İstanbul bizi dinliyor şu anda.

KADIN: Onlar sadece bir radyo oyunu dinliyorlar.

ERKEK: İmdaaat! Oyun falan değil bu. Acilen bu radyo istasyonuna polis gönderin. Zorla hapis tutuluyorum. Bu oyunun bir parçası değil. Tekrar ediyorum. Bu oyunun bir parçası değil.

KADIN: Bitti mi?

ERKEK: Görürsün şimdi. Sen kime çattığını bilmiyorsun daha hanımefendi.

KADIN: Hala bir radyo oyunu sandıklarına bahse girerim. Şimdi, lütfen oturun. Sakinleşin. Bir yudum daha şarap için. Sizinle görüşmek istedim, çünkü size bir teklifim olacak. Benim bu masum oyunumun nedenini de anlayacaksınız. Umarım beni affedersiniz ama sizi test etmem şarttı.

ERKEK: Yani siz simdi... Yoksa bu da şakanın bir parçası mı? Fakat... Hay Allah... ne kadar aptalım. Beni gerçekten şaşırttınız. Ama nasıl bilebilirdim... değil mi? O halinizle... Demek istiyorum ki... Eğer sizi bir şekilde-

KADIN: Yine oynamaya başladınız iste... Başka bir oyun ama bu da bir oyun. Benim bir oyunumu canlandırmanızı istiyorum. Yalnız baştan uyarayım, oyunumun tarzı size farklı gelebilir.

ERKEK: İnsanlara farklı şeyleri sever canım.

KADIN: İnsanların ne düşüneceği beni pek ilgilendirmiyor. Benim oyunum daha çok bir araştırma. Bir yerde duymuştum. En iyi oyuncu karakterine en çok yabancı kalabilenmiş. Hah iste ben bunun tam tersini göstermek istiyorum. Bence oyuncu canlandırdığı karakter olmalı. Bize gerçeği göstermeli. Unutmalı kendini. Ama siz beni dinlemiyorsunuz bile. Uyuyor musunuz yoksa?

ERKEK: Hanımefendi. Hay Allah... Ne oldu bana bilmiyorum... Birden kendimi aşırı derecede yorgun hissettim.

KADIN: Yorgun hissediyorsunuz demek. Acele edelim öyleyse. Fazla zamanımız kalmadı demek ki... Sizi daha fazla yormayalım. Testimiz için kendinizi iyi hissetmenize ihtiyacım var.

ERKEK: Test mi? Anlayamadım.

KADIN: Söyledim ya! Bu oyun... Tarzı biraz faklı.

KADIN: Ben her şeyi hazırladım. Metin kutuda. Alın hadi.

ERKEK: Fakat hanımefendi. Önce oyunu okumam, olayları analiz etmem, karakteri irdelemem lazım.

KADIN: Bu o kadar da önemli mi sizce? Siz ki herkesin imrendiği genç yetenek, tuluat geleneğinden gelen bir camianın değerli bir temsilcisisiniz. Tamam tamam pekâlâ kazandınız. Oyunum Sokratla ilgili. Şu ünlü Yunan filozof Sokratla. Ama nasıl desem...? Konu pek de umurumda değil aslına bakarsanız. Sokrat kılıf oldu diyelim. Oyunum ölümü ile ilgili. Daha çok ölüm biçimiyle.

ERKEK: Ölüm biçimi mi? Öyleyse durumun psikolojisi... tarihi gerçekler...

KADIN: Evet, evet. Bütün o saçma ıvır zıvır. Siz bunları ezbere biliyorsunuz zaten.

ERKEK: Biliyorum tabi.

KADIN: Sokrat hakkında bizlerin ve sevgili dinleyenlerimizin kesin olarak bilemediği tek şey nedir? Ölümü. Nasılı ya da niçini filan da değil... Ölümü... O an... Ölüm deneyiminin kendisi...

ERKEK: Hissetmek yani. Bir an için de olsa...

KADIN: Ev-vet! Ev-vet! Hissetmek! Hissetmek! Yalansız, numarasız hissetmek. Hala var mısın yok musun bir şey söylemedin.

ERKEK: Merak ettiğim bir şey var.

KADIN: Şimdi buna zamanımız yok! Eeee, nedir merak ettiğin şey?

ERKEK: Eğer gerçek konusunda bu kadar takıntılıysanız benim Yunan kostümü giymemem biraz garip değil mi?

KADIN: Radyoda?

ERKEK:  Havayı yakalamak için!

KADIN: Lütfen. Simdi inanın buna zamanımız yok.

ERKEK: Pekâlâ. Yönetmen sizsiniz.

KADIN: Evet aynen öyle. Yönetmen her durumda benim.

ERKEK: Pekala. Role girmem için bana bir iki saniye verir misiniz?

KADIN: Tabi tabi nasıl istersen.

Müzik.....

ERKEK: Teşekkür ederim. Söyleyin bana dostlarım... Söyleyin bana, bu vahşi saatte yanımda olan sizler... Nedir benden beklenen? Benim ne ifade almamı gerektiriyor tarih... Bu ölüm anımda? Çağlar sonrasına örnek olacak... Sonsuz uykumun yüzümde anlamını bulduğu kahramanca bir ifade mi? Fakat ölüm hakkında ne biliyor ki tarih? O kendi eleğinden geçirip, seçtiklerini gösteriyor bize.

Müzik durur....

KADIN: Hayır.

ERKEK: Pardon?

KADIN: Sadece hayır dedim. Anlayamıyorum. Ya da şöyle söyleyeyim. Sizin şu canlandırışınızdan anlayamıyorum.

ERKEK: Yani oyunculuğumu beğenmiyorsunuz?

KADIN: Sizin hissettiğinizi ben hissetmiyorken nasıl anlayabilirim?

ERKEK: Benim artistik yeteneğim konusundaki fikirleriniz hanımefendi, son derece kişisel ve ne yazık ki İstanbul seyircisinin çoğu ile taban tabana zıt.

KADIN: Lütfen... Bakın...

ERKEK: Hayır asıl siz bakın. Bir Perşembe akşamı beni radyoya kilitleyip eğlenmeyi seçmişsiniz gibi görünüyor. Özür dilerim fakat ben sizin bu oyununuzu daha fazla oynamayacağım. Dalga geçilmekten hiç hoşlanmam.

KADIN: Benim oyunum bütün diğer oyunlardan bambaşka.

ERKEK: Onu anladım canim. Ama elmayla armudun ilişkisi nerede onu göremiyorum.

KADIN: Benim bütün söylemeye çalıştığım önceden yaşamadığın bir şeyi hakkını vererek canlandıramayacağın. Kişi olarak hiç ölüm acısını tatmadın.

ERKEK: Eğer ölüm acısını tatmış olsam, ölü olurdum simdi! O zamanda bu radyoda olamazdım. Aaaah! Ne saçmalıklar söyletiyorsunuz bana!

KADIN: Fakat ben oyunumun eşsiz olmasını istiyorum. Tıpkı yalımın duvarlarındaki tablolar, salonumdaki İtalyan mobilyalar gibi. Bana has.

ERKEK: İyi. Bu dediğiniz. Tiyatroda imkânsız. Bir tiyatro oyununu resimmiş gibi çerçeveleyip duvara asamazsınız hanımefendi. Siz, şu gerçekçiliğinize erişebilen bir oyuncu bulmalısınız. Beni mazur görün. Anlaşılan ben sizin için yeteri kadar iyi değilim.

KADIN: Ama ben başkasını istemiyorum, seni istiyorum! Geçin şu mikrofonun başına!

ERKEK: İyi de az önce dediniz ki- Aaaaah başım!

KADIN: Ne oldu? İyi misin?

ERKEK: Başım dönüyor... Bir garip oldum... Ben neden... Böyle... Birden... Yorgun.

KADIN: Şarap ile saatin ortaklığı!

ERKEK: Şarap ile ne?

KADIN: İlkokul çocuklarına yaptıkları gibi heceleyeyim mi? Seni test etmek istedim! Deneyimin bir parçası oldun!

ERKEK: Artistik deney yani...?

KADIN: Tabi ki hayır! Psikolojik deney... oyunla bir arada...

ERKEK: Psiko- Şarap! Nedeni?! Ah hayır! Beni zehirledin sen! Nasıl yapabilirsin böyle? İmdat! Beni duyan yok mu? Göz göre göre adam öldürüyorlar.

KADIN: Bilmem gerekiyordu!

ERKEK: Bilmen mi gerekiyordu! Burada bilinecek bir şey varsa o da senin katil olduğun!

KADIN: Katil filan değilim! Bilim insanıyım! Hipotezim de estetik yapaydır.

ERKEK: Ölüyorum!

KADIN: Ah kendini bir dinlesen. Kulağa ne kadar gerçek geliyor!

ERKEK: Sen delisin! Sen canavarsın!

KADIN: Bir saniye! İzin ver aramızdaki camı kırmadan sana bir anlaşma önereyim.

ERKEK: Zaman kalmadı. Anlaşmaya zamanım kalmadı.

KADIN: Ne şanslı adamsın ki kaldı. Tam olarak sekiz dakika...

ERKEK: Ne?

KADIN: İlaç bedenine yayılıyor... Ama bilincin bir iki dakika daha açık kalacak Hayatini kurtarmak tamamen senin elinde. Elimdeki şu küçük şişeyi görüyor musun? İşte bu panzehir diyelim.

ERKEK: Çabuk ver onu bana! Gebertirim seni!

KADIN: Sen camı kırarsan ben de şişeyi kırarım.

ERKEK: Hayır! Hayır! Ben ölmek istemiyorum. Öyle demek istemedim. Öyle demek istemedim.

KADIN: Ağlamayı bırakta dinle. Şartlarımı kabul ediyor musun?

ERKEK: Ediyorum.

KADIN: Güzel. Sevgili dinleyenler sizler de şahitsiniz. Şimdi bir defa daha okuyacaksın.

Eğer… performansın… beni... tatmin etmezse... panzehiri unut.

ERKEK: Söz ver! Yani... Söz verir misiniz? Eğer becerirsem?

KADIN: Söz. Altı dakikan var. Altıdan sonra ölüsün. Hayatına karşılık altı dakikalık bir gösteri. Ve yayındayız.

Müzik...

ERKEK: O kendi eleğinden geçirip, seçtiklerini gösteriyor bize… Ama bir insandır ölen... Acı içinde, merhamet dileyerek... zavalli bir bicimde. Parmakları yatak örtülerine geçmiş, kan kusarak.... Ve korkarlar... korkarlar... dehşete düşerler... çünkü dostlarım ölüm kendini adak adamaktır... Ölüm tanrısının başrolünü oynadığı korkunun görkemli törenine.

KADIN: Ölüm tanrısının başrolünü oynadığı korkunun görkemli törenine! Devam etmene gerek yok. Al bakalım ödülünü.

ERKEK: Nasıl?

KADIN: Asıl panzehir kutuda. Elimdeki parfüm şişesi. Bak gördün mü yine inandırdım seni oyunuma.

ERKEK: Bravo. Bu mu?

KADIN: Evet. Ağlama. Senin gibi bir adama yakışmıyor. Binlerce insan seni dinliyor şu anda.

ERKEK: Engel olamıyorum sevgili dinleyenler... mutluluk gözyaşları...

KADIN: Cesaretini kutlarım. Evet, evet tahminimden de cesur çıktın. Kaybetmiş de olsan. Yine de sevin. Yenildin. Ama ezilmedin.

ERKEK: Yenildim mi?

KADIN: Oyunculuğunu beğendiğimi söylemedim ki hiç.

ERKEK: Ama... sen... panzehiri...

KADIN: Ne panzehiri? Hayır, aslına bakarsan seni şimdi zehirledim.

ERKEK: Ama... şarap.

KADIN: Ağzımdan ilk içtiğinin zehirli olduğu bir kere bile çıkmadı. Öyle bir şey dediğimi duyanınız oldu mu? Hafif bir uyuşturucuydu o. Biraz uykusunu getirir insanin. Ah şu senin zengin hayalgücün. Zehri içtiğine de, o bir iki dakikanın geçiyor olduğuna da kendin karar verdin. Ama bak şu son içtiğin var ya? İşte o, bilinen hiçbir panzehiri olmayan, doğanın muhteşem bir mucizesi. Artık vakit tamam. Ölüm kapısını üzerine kapatıp kilidi vurdu.

ERKEK: Hayır... Bu olanaksız... Yapamazsın bunu... Yine oyun oynadın bana. Bu da bir oyun. Gerçek değil. Beni korkutmaya çalışıyorsun. Acı çekmem hoşuna gidiyor... değil mi? Ne olur söyle bana. Bu da oyunun bir parçası değil mi? Bu da testin bir parçası. Sayın dinleyenler yemin ederim yalan söylemiyorum. Beni duyan birileri ne olur insanlık namına yardım etsin.

KADIN: Muhteşem tek kelimeyle muhteşem. Ah bak az önce şöyle okusaydın ya.  Ya sen ne yaptın? Tamamen kaybetmen, herşeyinden sıyrılman gereken tek anda da buna izin vermedin.Zavallıcık uyudun mu yoksa? Ne o? Hayatinin parmaklarının arasından kayıp gidişini dinlemeyi bize mi bıraktın? İzin verirsen ben de susacağım şimdi. İşte oyunumuzun başoyuncusu tanıdık tören kıyafetiyle sahneye adımını atmaya hazırlanıyor. Ne an! Havada ne muhteşem bir gerginlik. Dinleyiciler yerlerini alabilir mi? Lütfen oturun. Sevgili dinleyenler sabrınız için çok teşekkürler. Umarım hepinize hoşça vakit geçirmişsinizdir. Artık konuşma yok. Çıt çıkarmayalım. Gerisi sessizlik.

Müzik...